Ali Dayı, uzun boyu, iri kemikli vücut yapısı, kalın ve Davudi sesi, seyrek kırçıl sakalı ve başından hiç eksik etmediği siyah kasketiyle köyde dikkat çekmemesi imkânsız bir adamdı. Yüzüne anlam vermeyi zorlaştıran, sanki her an bir şeye şaşırıyormuş gibi bakan gözleri ve irice burnuyla, hangi topluluğa girse ister istemez gözler ona çevrilirdi.
Köyde alınan kararlarda sözünün bir ağırlığı var mıydı? Pek sayılmaz. Ama bu, onu sessizliğe mahkûm etmezdi. Tam tersine, konuşulacak bir şey varsa en yüksek perdeden o konuşurdu. “Bana ne babam, işte bu böyle olacak!” der, çoğu zaman ne dediğinin bile farkında olmadan tartışmaların orta yerinde bulurdu kendini. Sesinin şiddeti öyle yüksekti ki, onunla baş başa, sakince bir mesele konuşmak imkânsızdı. Bir sır paylaşmak ya da mahrem bir konuda dertleşmek kimsenin harcı değildi onunla. Söyleyeceği varsa herkesin duyacağı şekilde söylerdi; çekinmek, tartmak, ölçüp biçmek onun kitabında yazmazdı.
Konuşmalarının hesapsızlığı, üslubundaki hoyratlık ve patavatsızlık, köyde ona bir lakap kazandırmıştı: Taslak. Gerçek adı Ali’ydi elbette, ama köyde onu gerçek adıyla çağıran neredeyse kalmamıştı. Kimine göre Taslak Dayı, kimine göre Taslakların Ali’si, bazen de sadece Taslak. Bu hitap şekli, seslenenin yaşı, köydeki yeri, o anki ruh hali ve Ali Dayı’ya olan yakınlığına göre değişirdi.
Taslak Ali Dayı, ömrünün epeyce bir kısmını geride bırakmıştı. Yoklukla yoğrulmuş hayatında iki oğlunu bin bir zorlukla evlendirmiş, ama karısı seneler önce göçüp gidince yalnızlığa alışmıştı. Yalnızlık, onun için fazla da dert değildi belki, çünkü evinde pek durmaz, bir o oğlunun sofrasına, bir ötekinin kapısına ilişir, akşam yemeklerini oğulları ve torunlarıyla yer, diğer öğünleri ise köyün yamacında, tek göz odalı, kerpiç evinde kendi başına geçiştirirdi.
Yoksulluğu kaderi bellemiş, ama yoksullukla kavgasını da hiç bitirmemişti. Sesi, davranışları, başkalarının anlam veremediği ani çıkışları, belki de içinde biriktirdiği o uzun sessiz kavganın dışa vuru muydu. Ali Dayı’nın hikayesi, köyün hikayesinden ayrı değildi aslında. Aynı yoksulluk, aynı sessiz haykırış ve aynı kabullenilmişlik.
Ali dayı hiç okula gitmemiş, eğitimden de almamıştı. Sadece o mu? Hayır sadece o değil, köydeki onun akranlarının tamamı okul yüzü görmemiş okuyup yazması olmayan kimselerdi. Sadece okuma yazma olsa çok iyi, ya matematik? Matematik deyince yanlış anlaşılmasın sadece toplama çıkarma günlük alış veriş hesabı anlaşılmalı. Ha bu arada parayı bilmek çok daha önemli değil mi? Tedavüldeki en küçük paradan en büyük paraya hepsini tanımak, alış- verişte altını üstünü hesaplayabilmek, vereceğini tam ve noksansız verebilmek, alacağını yine aynı şekilde tam alabilmek en büyük mesele. İlçede her hafta kurulan pazara gitmek, gidebilmek köydeki herkese nasip olmadığı gibi gidenlerin de tüm ihtiyaçlarını görebildiği pek nadirdir. O dönemde kendi ilçemize ve biraz daha büyük olan komşu ilçenin pazarlarına gitmek isteyenler anlaşırlar ve birlikte giderlerdi. Vasıta mı dediniz? Tabi ki merkeple gidilirdi. Merkeple yapılan işler o kadar çoktu ki çok yönlü kullanılan bir aygıttı adeta. Onunla yük taşınır, dağdan kesilen odun taşınır, binit olarak kullanılır, pazara onunla gidilirdi. Merkep denilince akla hemen semer gelir. Mehmet Akif merhumun “Semerci ve Eşekler” şiirinde vurgulanan semerler. “Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler, Nedir bu çektiğimiz derd, o çifte çifte semer!” Merkep olmadan semer, semer olmadan merkep anlamsız kalır. Bunlar birbirinden ayrılmaz ikilidir. Semercilik Taslak dayının yaşadığı yıllarda önemli bir meslektir. Semerin merkebe uygun olması, sırtını yara yapmaması gerekir. Komşu ilçede bu meslekte oldukça ustalaşmış, ünü birkaç ilçeye daha yayılmış “semerci Murat usta” vardır. Murat usta ilçenin pazarının kurulduğu günlerde sattığı semer sayısı kadar köylere ihtiyaç sahiplerinin ayaklarına giderek semerlerini satardı. Köylüler ondan ve merkepler de semerlerinden memnun yaşayıp giderlerdi. Köye kadar geldiğinde semer ihtiyacı olanlar merkebini Murat ustaya gösterir “Murat usta benim merkebe göre bir semer yapıver” derlerdi. Her semer her merkebe uymaz, uysa da yöresel tabirle “tam oturmaz” merkebin sırtına. Murat ustanın köye geldiği bir gün Taslak dayı da merkebini göstererek semer sipariş eder. Eder etmesine de acaba ne kadar ödeyecektir? Elindeki para yeterli gelecek midir? Kafasındaki soru budur ama kafası karma karışıktır. Parayı nasıl, ne zaman ödeyecek semeri nasıl alacaktır. Sanki sadece bir semer almıyor da ilçenin yarısının tapusunu alıyormuşçasına kafası dolu, hesabı ona çok güç gelmektedir. Sorar Taslak Ali dayı Murat ustaya: Murat usta semer ne kadar? Usta müşterisini kırmadan, gönlünü incitmeden bu alış- verişi tamamlamak ister. O, yılların meşhur semer ustası olduğu kadar bir esnaftır da. Müşteri esnaf ilişkisinin önemini kavrayan Anadolu insanıdır Murat usta. “Ali dayı sana bu semer 75 kuruşa olur” diyerek pazarlığı başlatmak ister. Taslak Ali dayı düşünüp taşınır, ıkınıp sıkınarak bir fiyatta onun söylemesi gerektiğini bildiğinden karşılık vermeye çalışır. “Murat ustam benim bir liram var, semeri verirsen alacağım vermezsen alamayacağım” diyen Taslak dayıya “ tamam işte 75 kuruşa vereyim” diyen Murat ustaya onun deyişiyle, “babam benim bir liram var! Verirsen alacağım” ifadesini kullanmaya devam etmiştir. Orada bulunan kendi köyünden komşuları Taslak dayıya bir liranın 75 kuruştan daha fazla olduğunu anlatabilmek için akla karayı seçmişler ve sonunda onu ikna ederek semere kavuşmasını sağlamışlardır. Bizim Anadolu irfanıyla yoğrulmuş nice Taslak Ali dayımız yıllarca hesap kitap bilmeden ama başkasının hakkına da girmeden onuruyla yaşamıştır. Onlar bu ülkenin gerçek sahipleri, ülkenin temel taşı olmuşlardır. Uzun tarihimizde vatanını seven, milletine hizmeti bir kutsal görev ve hatta borç bilen Anadolu irfanına sahip Ali dayılar gelmiş geçmiş ve olaylar zamanla birlikte değişmiş olsa da devam eden, edegelen yüce gönüllü halkımız benzer tarzda yaşamaya devam etmektedir. Bu dünyadan göçen Taslak Ali dayılara dua ve yaşayanlara selam olsun.
Not: Bu yazı 1950’li yıllarda Anadolu’nun küçük bir köyünde yaşanmış gerçek bir olay esas alınarak kurgulanmış ve yazılmıştır.