Bugün dünyanın her yerinde, özellikle İslam aleminde ciddi problemler yaşanmaktadır. Bu problemlerin çözümü için en doğru reçete, hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü evrensel ilahi bir mesaj olan Kur’an, her zaman ve her yerde toplumsal uzlaşı ve barışı emreden İslam dinini emretmektedir. Türevleri ile birlikte Kur’an-ı Kerim’de 157 defa geçen[1] “İslâm” kelimesi, sözcük olarak sadece “BARIŞ” demektir. Çeşitli ayetlerde doğru, geçerli, makbul ve hak dinin “İslâm” yani barış dini olduğu haber verilmektedir. Bir ayetlerden bazıları şöyledir:
إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ
“Allah katında din, şüphesiz İslam’dır.”[2]
وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِيناً فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.”[3]
وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِيناً
“Size din olarak İslâm’ı seçtim.”[4]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً
“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barışa/İslâm’a giriniz!”[5]
Bu gibi ayetlerde haber verildiğine göre, vahye dayanan ilahi dinlerin tümü “İslam” yani “barış” dinidir. Yüce Allah’ın insanlar için seçmiş olduğu tek bir din vardır. O dinin adı “İslâm” yani barıştır. İlk peygamber Hz. Âdem’in (as.) getirdiği din ile son peygamber Hz. Muhammed’in (sav.) ve bu arada gönderilen yüzbinlerce peygamberlerin tümünün tebliğ ettikleri din, “İslam” dinidir. Çünkü hepsi aynı kaynağa, aynı ilahi vahye dayanmaktadır. İslam, barıştır. Barış, İslam’dır. Bir yerde barışın sağlanması için, orada yaşayan tüm insanların tabii haklarının eşit düzeyde korunması, hak, hukuk ve adalet konusunda insanlar arasında asla ayırımın yapılmaması icap etmektedir. Her insanın bu konularda kendini güven içerisinde hissetmesi gerekmektedir. Tüm dünya insanlarının barışa ihtiyacı vardır. Ona göre tüm dünya insanlarının Kur’an ilkelerine dayanan “İslam’a ihtiyacı vardır. Çünkü evrensel olan Kur’an, tüm insanların maddi manevi alanda toplumsal uzlaşı ve barış içerisinde yaşamalarını hedeflemektedir. Bunun gerçekleşmesini gereken adalet ve emanet, ayet ve hadislerde emredilmektedir. Bunlardan bazı örnekler şöyledir:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاً بَصِيراً
“Muhakkak ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” [6]
Bu ayette iki önemli konu olan emanet ve adalet emredilmektedir. Emaneti/görevi, vazifeyi ehline/hak edene verme ve insanlar arasında adaletle hükmetme meseleleri hem Müslümanlar hem de tüm insanlar için çok ciddi ve son derece önemlidir. Aslında bu iki mesele, biri diğerinden ayrılmayacak derecede birbirleri ile irtibatlı, içli dışlıdır. Kur’an-ı Kerim’in bu ayette haber verdiğine göre adalet ve emanete riayet etmenin dışında, meşru ve makbul bir yol yoktur. Şekil önemli değil, bu konulardaki uygulama esastır. Bir devlet zahiren ne kadar Müslüman geçinse de adalet ve emanet ilkelerine Kur’an-ı Kerim’in emrettiği şekilde uymuyorsa, o devlet amelen, fiili olarak Müslüman bir devlet değildir. Bir devlet zahiren, görünüşte Müslüman bir devlet değilse bile, bu ayette emredildiği gibi adalet ve emaneti gerektiği gibi yerine getiriyorsa, o devlet amelen, fiili olarak Müslümandır. [7]
Dünyanın her yerinde Müslümanların bulundukları yerlerde cuma günlerinde kılınan cuma namazlarında okunan hutbenin sonunda şu ayet okunmaktadır:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabalara yardımı emreder; ahlaksızlığı, kötülüğü ve haksızlığı yasaklar; ders alasınız diye size öğüt verir.” [8]
Bu ayette, dünya ve ahiretin huzur, saadet, mutluluk ve barışını sağlayan üç güzel şey olan adalet, ihsan/iyilik ve çevremizdekilere/akrabalara yardımda bulunma emredilmektedir. Ardından dünya ve ahiretin düzenini bozan üç kötü şey olan azgınlık, fenalık ve ahlak dışı şeyler de nehiy edilmekte, yasaklanmaktadır. Bugün için Müslümanlar, sadece bu ayete uygun hareket etseler, birçok problemlerini halledecekler, kendi aralarında barışı sağlayacaklar ve dünya milletleri arasında daha ileri bir düzeye geleceklerdir. Maalesef bugün için bu ayet, Müslümanlar arasında en çok okunan, fakat Müslümanların en çok uzak oldukları, uygun hareket etmedikleri bir ayettir.
İnsanlar arasında mutlaka barışın sağlanmasını hedefleyen Kur’an-ı Kerim, her şeye rağmen adaleti uygulamayı, yerine getirmeyi emretmektedir. Allah’a inanan, iman eden insanlara yapılan şu hitapta, barışın sağlanması için olmazsa olmaz olan adaletten asla ayrılmamanın gerektiği vurgulanmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan kimseler, adaletle şahitlik edenler olun! Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Bu, takvaya daha yakındır ve Allah’tan sakının! Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[9]
Kur’an-ı Kerim’de haber verilen bu emre göre, muhataplarımıza kızsak da onlara kin beslesek de nefret etsek de onlara olan muamelelerimizde asla adaletten ayrılmamamız ve onların mağduriyetlerine sebep olmamamız gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’in adalet hakkındaki emri, bu derece net ve açıktır. Bu yolun dışında toplumsal uzlaşı ve barışı aramak, isabetli bir davranış değildir. Kur’an-ı Kerim’in dışında hiçbir felsefe, siyasi görüş, fikir ve düşünce, barışa giden yolu bu derece net ve güzel bir şekilde ortaya koyamamaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de adalet çok yönlü olarak, hayatın her yönüyle ilgili olarak ele alınmaktadır. Konuşmada, şahitlik konularında bile hak ve adaletten yana olmanın gerektiği Kur’an-ı Kerim’de emredilmektedir.
وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى
“Konuştuğunuz zaman, akrabanız aleyhine de olsa, adaletli olun.”[10] Başka bir ayette bu konu daha geniş bir şekilde açıklanmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيّاً أَوْ فَقَيراً فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutunuz. Kendiniz, anne babanız veya en yakın akrabanızın aleyhinde de olsa, Allah için dosdoğru şahitlik eden kimseler olun. Haklarında şahitlik ettiğiniz kişiler zengin de olsa fakir de olsa, Allah ikisine de sizden daha yakındır. O halde adaletten ayrılmamak için, nefsin arzularına uymayın. Eğer bahaneler arayacak veya vaz geçecek olursanız, Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[11]
Hak ve adaletin zıttı, zulümdür. Zulüm, ışık, aydınlık ve nurun zıttı olup karanlık, gadr, azap, eza, haksızlık, inkâr ve barbarlıkla eş anlamlıdır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de zulmün her çeşidini şiddetle yasaklamaktadır. Hatta zulmedenlere meyledip onlara taraftarlık yapmaktan da sakındırmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in her cümlesi, edebi üsluba sahiptir ve büyük manalar taşımaktadır. Zulmedenlere meyletmeyi yasaklayan aşağıdaki ayet de böyle bir edebi üsluba, fesahat ve belagate sahiptir.
وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ
فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ
“Zulmedenlere meyletmeyin/onlardan yana tavır koymayın. Ateş sizi yakacak.”[12]
Bu ayette haber verildiği gibi zulmetmek bir yana, zulmedenlere meyletmek bile dünya ve ahirette maddi ve manevi ateşe sebebiyet vermektedir. Zalimlerin zulmü, toplumun çeşitli kademelerinde manevi yangınları geliştirmekte ve barışı yakıp yok etmektedir. Kur’an-ı Kerim, maddi veya manevi menfaatler nedeniyle zulme meyletmemeyi, her türlü zulümden uzak durup zalime destek olmamayı emretmektedir. Toplumsal uzlaşı ve barışa giden yol, ancak zulmün her çeşidinin karşısında durmak, hak ve adaletten yana tavır koymak suretiyle geliştirilebilir.
Hz. Muhammed (sav.), “Mazlumun bedduasından sakının. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur” demiştir.[13] Diğer bir hadiste de Müslümanı tanımlarken, “Müslüman, Müslümanların/insanların onun elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir” demiş[14] ve zalimlerin İslam’la alakalarının bulunmadığına işarette bulunmuştur.
Kur’an ve onun tefsir ve açıklaması durumunda olan sünnette haber verildiğine göre dünya problemlerinin çözümü, İslam’ı doğru anlamakta ve anlatmaktadır. Bunun önündeki en büyük engel, Kur’an-ı Kerim’i anlamayan, anlamak istemeyen, dolayısıyla anlatmayan ve anlatmak istemeyen Müslümanlardır.
[1] Abdulbaki, Muhammed Fuad, “selime”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz. s. 355 vd.
[2] Alu İmrân 3/19.
[3] Alu İmrân 3/85.
[4] el-Mâide 5/3.
[5] el-Bakara 2/208.
[6] en-Nisa 4/58.
[7] Ahmed Hamdi Akseki, Ahlak Dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2016, s. 295 vd.
[8] en-Nahl 16/90.
[9] el-Mâide 5/8.
[10] el-En’âm 6/152.
[11] n-Nisa 4/135.
[12] Hûd 11/113.
[13] Buhârî, Cihâd, 180.
[14] Buhârî, İmân, 4, 5; Müslim, İmân, 64, 65; Ebû Davud, Cihâd, 3; Tirmizî, Kıyâme, 53; İmân, 13.