İsmet Özel, Tahrir Vazifeleri isimli eserinde yazma eyleminin gerekçesinin insan olmanın tabii bir sonucu olduğunu ifade eder. İnsan olmak anlamlı ve amaçlı olmak demektir. Amaçlılık vazife sahibi olmayı gerekli kılar. Yazmak, söylemek, şiir inşad etmek gibi faaliyetler insanlık durumunun kaçınılmaz ihtiyacından doğan söz fışkırmalarından ibarettir. Yazma eylemi seni ve beni; yazarı ve okuyanı hesaba katarak girişilen bir iştir. Eylemlerimiz, aldığımız “haber”i yerine getirmeye yöneliktir. İsmet Özel’e göre yaşayan insanlara birer vazife düşüyorsa kendisine düşen de yazmak vazifesidir. (Özel, Tahrir Vazifeleri 1, 1-10).
Neyi Düşünmeli Neyi Yazmalı
Gerek felsefî ve gerekse İslâmî ilimlerde insanın tanımı, nâtıklık yani düşünme eyleminin yegâne öznesi olmak üzerinden ele alınmaktadır. İnsan ve insanın temel zatî vasfı insanî bir eylem olan düşünmek arasında zorunlu bir mülazemet bulunduğu gibi insan ve yazma arasında insana özgülük bağı bulunmaktadır.
Düşünmek; düşünülmeyeni düşünmek, düşünülenler üzerinden yeni şeyleri düşünmek, düşünenlerin farkına varmayıp eksik bıraktığı yerler üzerine düşünmek ve böylece düşünenlerin düşündüğü yerden devam ederek yeni sorulara yeni cevaplar yetiştirmektir. Yani yeni şeyler düşünmek için, düşünülmüş olanları kendimize asıl yaparak yeni fer’ler üretmek demektir. Bu demektir ki düşünülmüş olanlar düşünülecek olanların doğduğu ana rahmidir. Böylece salt düşünülenleri düşünerek patinaj yapmak yerine sürece yeni şeyler ilave edilmiş olur. Şöyle ki, mevziiyi statik bir zeminde bırakmak yerine dinamik bir akışa kapı aralamak demektir.
Öteki ile tanışma, konuşma, soru sorma, cevap verme, tartışma, müzakere etme gibi insanın geliştirmiş olduğu bu dinamik faaliyetler muhtelif alanlarda yazılı geleneklerin oluşmasına vesile olmuştur. Nitelikli soru sormak, nitelikli soruya o nispette nitelikli cevap vermek bu dinamik yapıyı beslemiştir. Soru ve cevaptaki niteliğin egemenliği taraflara güç bahşederken aslında bu güç taraflara özgü değil bizzat hakikatin keşfine yönelik olmuştur.
Hukuk Neyi Söyler?
İnsan fiillerini düzenlemekle memur olan hukuk bilimi, olana ve olması gerekene dair hususları net çizgilerle tayin eder. Olgu ve değer ilişkisini kurmayı amaçlar. Bu demektir ki mevcuda dair bir şeyler söylerken henüz mevcut olmayanlara dair tasavvurda bulunur. Bir yanıyla dogmatik alana diğer yanıyla felsefik alana dair beyanda bulunur. Hukuk, yapıp eylediğimiz fiillerin ne’liğine ve niçin’liğine dair saptamalarda bulunurken olması gerekene dair de bir perspektif çizer. Bir yandan muhafaza ederken diğer yandan da insan zihnini yeniler.
Bir Şeye Dair Ne ve Nasıl Diyor Bağlamında Yazmak
Olan ve olması gerekene dair bir şeyler söyleyen hukuk ilminin ne‘ligi, ne ile uğraştığı, ne tür meseleleri kendisine konu edindiği, kendisine tayin ettiği sınırın başlangıcı-bittiği yer ve neyi amaçladığı önem arz etmektedir. Neyi, neden ve nasıl düşünecek? Neyi, neden ve nasıl konuşacak? Neyi, neden ve nasıl yazacak? Neyi, neden ve nasıl tartışacak? Neyi amaçlayacak? Neyi, nasıl ve hangi kavramlarla söyleyecek ve yazacak gibi sorular bulunduğumuz zeminin tayinini gerekli kılmaktadır. Bu anlamda bir ilmin ontolojisi, metodolojisi ve epistemolojisi gündeme gelmektedir.
Ontoloji: Bir ilmin neleri konu edindiğine girmeden önce o ilmin ne’liğine dair açıklamaya ihtiyaç duyulmaktadır. İlimlerin tabiatı gereği “nedir” içerikli sorular mahiyete işaret etmekte ve buradan o ilmin varlık zemini ve ontolojisi ortaya konulmaktadır. Ontolojik zeminine soru sorulan her bir ilim ve disiplin varlık zeminine kavuşmuş ve varlığı kabul edilmiş demektir. Dolayısıyla “nedir?”li sorular yazarı tanıma götürecek, tanım için de evvelemirde kavrama ihtiyaç duyulacaktır. Yani klasik ilimler bağlamında söylenecek olursa tasavvur/ât ile yolumuz kesişecektir.
Metodoloji: Üstte de ifade edildiği gibi aklî bir faaliyetin kendisini ifade etmesi için dile ve dilin kavramlarına ihtiyaç duymaktadır. Adına ister kavram isterse klasik ilimlerdeki adıyla tasavvur diyelim, düşünce kendisini kavram ve tasavvurlarla dile verir ve dile getirir. Dile getirilen bu kavram ve tasavvurların gelişigüzel çalakalem bir tarzda değil bilakis sistematik ve usulî düşünce denilen yöntem bilimi içeren rasyonel bir zeminde yol alması gerekmektedir.
Epistemoloji: Kendisini kavram ve tasavvurla dile getiren herhangi düşünsel etkinlik belirli bir metodolojik zeminde kavramdan kurama geçecek ve böylece bu süreçlerde önerme ve tasdîk/âta ihtiyaç duyacaktır. Zira tasavvur/ât dediğimiz kavramlarla yetinilmeyerek doğal olarak olgusal olana yönelinecek ve neticede kavramlarla olguyu kavrayış sürecine geçilmiş olacaktır. Her bilim kendisine çizilen konu ve sınır çerçevesinde olgusal olana dair bir tespitte bulunacak ve bu tespitin bilgisel düzeyinin niteliği önem arz edecektir. Üretilen önerme ve hükümlerin bağlayıcı olup olmadığı, tartışılır veya tartışılmaz oluşu, inanca mı yoksa amele mi müteallik olduğu, hukukî veya ahlakî bir sonuç doğurup doğurmadığı, normatiflik düzeyi gibi sorular o şeyin epistemik durumuna işaret eder. (Raymond Vacks, Hukuk Felsefesine Kısa Bir Giriş, Sercan Güler’in Giriş Yazısından Esinlenerek, I-XXVII).
Görüleceği üzere bir fikrî etkinliğe sorulan nedir sorusu kadar neden, niçin, nasıl sorusu da önem arz etmekte ve ortaya ontoloji, metodoloji ve epistemoloji çıkmaktadır.
Tahrir, Takrir ve Takrîr Amaçlı Yazma Faaliyetleri
Klasik alimler tahrîr, takrir, tahkîk kavramları dolayımında kendilerini yazma eylemine vermişlerdir. Onlar, tahrîru’l-kelâm/makâm/merâm/mesele, takrîru’l-kelam/makâm/merâm/mesele, tahkîkü’l-kelâm/makâm/merâm/mesele kayıtları ile ele aldıkları konuya yeni bir veçhe kazandırmışlardır. Böylece metin kaleme alma saikleri bağlamında ortaya meseleye delil getirme ve meseleyi temellendirme, meseleyi benzerlerinden temyiz etme ve meselenin muhtevasına dahil olanı olmayanından ayırma, meseleyi birden fazla delil ile temellendirme, meseleyi açıklama ve geniş yorum getirme şeklinde ilmî bir zemin ortaya çıkmıştır. Birincisine tahkik, ikincisine tahrir, üçüncüsüne tedkik, dördüncüsüne ise takrir denilmiştir.
Tahkîk amaçlı metin kaleme almak demek meseleyi delilleri ile ele almaktır. Ayrıca meseleyi delilleri ile ele alırken delillerin hiyerarşisine odaklanarak (التحقيق: إثبات المسألة بدليلها) ve sahih delil ile zayıf delillerin tertibine dikkat ederek metin ortaya koymaktır (بيان الصحيح من أحكام المسائل وتمييزه عن الضعيف بالدليل, Cürcânî, Ta‘rîfât, 53).
Tahrir amaçlı metin kaleme almak ise meseleyi kendisine benzeyen başka meselelerden temyiz ederek kaleme almak demektir (تحرير المسألة: تخليصها مما يلتبس بها). Böylece ortak yönlerinden dolayı birbiri ile benzeşen mevzular birbirinden temyiz edilerek okuyucun önüne konulmuş olur (وَهُوَ تَخْلِيصُهُ مِنَ الِاضْطِرَابِ والفساد, Kurtubî, Tefsîr, 4/66; Zerkeşî, Burhân, 6/353).
Takrir amaçlı metin kaleme almak ise meseleyi açıklamak, okuyucunun zihnine yerleştirmek ve anlamı açık ifadelerle ortaya koymaktır (تقرير المسألة: توضيحها).
Tetkik amaçlı metin kaleme almak ise mevzuyu mevcut delilin yanında başka bir delil ile destekleyerek ele almaktır.
Sonuç
Sonuç olarak insanî bir vazife olan yazma işlemi; tahkik, tahrîr ve takrîr amaçlı olarak kaleme alınmakta; ya bir vehmi kaldırmaya ya bir anlayışı tashih etmeye ya bilinmeyen hususu açıklamaya ya talebenin bilgisini sağlamlaştırmaya ya da genel söylenmesi hasebiyle karışıklığa medar olan meseleyi sınırlamaya matuf olarak kaleme alınmalıdır. Böylece düşünce ve metin kaleme alma eylemi, statik bir eylem olma durumunu aşarak ilmî hayatın dinamik yapısına katkı sağlamayı kendisine temel almış olacaktır (نفيا لوهم-او تصحيحا لفهم-او تعلينا لجاهل-او تثبيتا للمتعلم-اوتخصيصا لعام -او تقييدا لمطلق, Kardavî, Fetvâ, 9,10). Bunu yapabilmek için de doğru sorularla bulunduğumuz zeminin tayini önem arz etmektedir.