- 3. Soyut Siber İnsan: Üstinsanın Dijitalleşmesi/Elektronikleşmesi
Transhümanizm akımının temel görüşleri olarak beslendiği görüş Nietzsche’nin insan olma vasıflarındaki bir takım eksiklik olarak gördüğü özelliklerle insanötesi mertebesine ulaşma isteği örtüşmektedir. Transhümanizm de eksik olarak gördüğü insani vasıfları, nanobiyoteknoloji, nanorobot gibi yüksek seviyede makine ve robot teknolojisiyle birlikte yapay zekâ ile beslenerek insanda var olan anatomik ve fizyolojik işleyişlerin, bilişsel, zihinsel, ruhsal faaliyetlerin makine ve robotik ortamlara aktarılarak kusursuz, ölümsüz, yinelenebilen üstinsan var etme akımıdır. Bu akımla birlikte ortaya çıkan süper yapay zekâ anlayışıyla birlikte insani vasıfların makine ve derin öğrenmesi (machine and deep learnning), tüm beyin emülasyonu (zihin/bilinç aktarması), çekirdek yapay zekâ (sıfırdan yeniden oluşturulmuş bir zekâ) ile süper yapay zekaya ulaşmanın yolları olarak görülmektedir. İnsanbiçimleştirmeden süper bir yapay zekâ oluşturarak insanüstü bir zekâ hedeflenmiştir. Bu oluşturduğu süper zekânın çeşitleri hızlı süper zekâ, kolektif süper zekâ ve nitelikli süper zekâdır.
Nick Bostrom’un süper zekâ çeşitlerine göre bunlar: Hızlı süper zekâ, kolektif süper zekâ ve nitelikli süper zekâdır. Hızlı süper zekâ, bir insan zekâsının yapabileceği her şeyi yapan ama çok daha hızlı yapan bir sistemdir. Tüm beyin emülasyonunu (zihin aktarımı/bilinç aktarımı) kullanan verinin hızlı ve işlevli bir şekilde eldeki verilerle yeni bir veri oluşturmasıdır. Yazar burada hızlı bir şekilde doktora tezi yazabilmesi ve zamanı kullanımının azaltılmasından bahseder. Bu zekâ türü ile kâsır insan zekâsının makine zekâsına dönüştürülmüş ve eldeki verilerle kendi verilerini oluşturabilen zekâ olmaktadır. Yazarın ikinci olarak ele aldığı süper zekâ biçimi kolektif süper zekâ, çok sayıda küçük zekâdan oluşan bir sistem; bu sistemin birçok farklı genel alandaki genel performansı mevcut bilişsel sistemlerin hepsinden katbekat daha üstündür. Kolektif zekâdan kastı, insanın çoklu zekâ sistemiyle düşünmesine benzetebiliriz.
Nasıl ki insanlar olayları çok boyutlu ve multidisipliner düşünebiliyorsa kolektif olan bu süper yapay zekâda kat be kat üstün olan bilişsel zekâların birleşimi ile çok fonksiyonlu bir sistemle veri üretecektir. Hızlı süper zekâdan ayırt edici yönü yapay zekâların verimlilik esaslı kolektif bir şekilde bir araya gelmesidir. Nitelikli süper zekâyı ise “en azından bir insan zihni kadar hızlı ve niteliksel açıdan çok daha akıllı bir sistem,” şeklinde açıklar. Yine ona göre insanın zihinsel faaliyetlerinin hızını ve fonksiyonlarının işlevlerinin en üst ve en nitelikli hale gelmesini izah etmeye çalışır ancak mevcut insan dağılımının üst kademesinin üstündeki zekâ niteliği farklılıklarına ilişkin bir deneyimimiz olmadığından açıklanamayacaktır.
Bu görüşleri Nick Bostrom’un ortaya koymuş olduğu iki tez olan dikeylik ve araçsal yakınsaklık teziyle süper yapay zekâda eksik olan güdülenme (motivasyon) eksikliği de giderilerek insanın zihinsel yapısına benzer bir yapay zihin tamamlanmış olacaktır. Bostrom bu tezleri açıklarken şu ifadeleri kullanır. Dikeylik tezi, “zekâ ve nihai hedefler birbirine dikeydir: Az çok her zekâ düzeyi ilkesel olarak az çok her nihai hedefle birleştirilebilir.” Burada aklîlikten veya akıldan değil, zekâdan bahsediliğine dikkat çekmemiz gerekir. Burada zekâdan yeterlilik ve beceriklilik anlamı çıkarılabilir. Yani araç-amaç muhakemesi yeteneği. Akli veya akıl kelimesini kullanmamasını ahlaki ve etik boyutunu karıştırmamak için yaptığı düşünülebilir. Zira bu teze göre yapay araçların insanbiçimci olmayan hedefleri olabilir. Süper zeki araçların hedeflerine ulaşmada güdülenmenin olup olmayacağı konusunda Bostrom’un farklı yaklaşımları da söz konusudur. Bunlar; tasarım üzerinden kestirilebilirlik (yaratıcısının kim olduğu ve hedefleri), kalıtım üzerinden kestirilebilirlik (insanı model alınarak yapılan bir dijital zekânın insan şablonuna ait güdülerinin miras kalması), yakınsak araçsal nedenler üzerinden kestirilebilirlik (nihai sonuçların hedeflerini kestirebilirlik) yaklaşımıdır. Bir diğer tezi ise araçsal yakınsaklık, bunu Bostrom şöyle açıklar: “Bu değerlerin elde edilmesi aracının hedefi, çok çeşitli nihai hedefler açısından ve çok çeşitli durumlarda gerçekleşme şansını artıracaktır.” Başka bir deyişle; “Çok çeşitli yerleşik zeki aracıların bu araçsal değerlerin peşine düşmesi muhtemeldir.” Kendini muhafaza etme, hedef-içerik bütünlüğü, bilişsel ilerleme (hedefe ulaşma çabası), teknolojik kusursuzluk (tekelleşen süper zekâ), kaynak edimi şekilde sıralar süper zekânın nihai hedefe ulaşmak için Bostrom, bu iki tezle ilerleyeceğini söyler.
Tüm bu görüşlerin ortak noktası olan insanın, insan olma özelliklerini yani ölümlü olması, duyu ve duygularının etkisinde kalması, aklının sınırlı olması ve bir yaratıcıya ihtiyaç duyması gibi özelliklerin kusur ve eksiklik olarak görülmesidir. Bu eksikleri çağın sunmuş olduğu yeniliklerle giderilmesi ve insanın kendini aşarak bu eksik ve kusurların giderilmesiyle üstinsan profiline ulaşması amaçlanır.
4.Kitaba Göre Akıl ve Üstinsan Mümkünlüğü
Kitâb, belağatın son derece yüksek olduğu bir topluma vahyedildi. Dolayısıyla Kitâb’ın hitap ettiği topluma göre dilinin son derece söz sanatlarıyla, edebi olarak, insanın ulaşamayacağı bir belağatla ama bir o kadarda anlaşılır, ahenkli ve sanatlı bir dille vahyedilmiştir. Dolayısıyla kavramların mecazlı anlatımına ya da eş sesli olarak kullanıldığını görmekteyiz. Akıl kavramı Kur’an-ı Kerim’de kırk sekiz defa geçmektedir. Ayetlerde “… Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akledemezler” (el-Bakara 2/171), “O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir” (Yûnus 10/100), “Eğer uyarılara kulak vermiş veya aklımızı kullanıp gerçekler üzerinde düşünmüş olsaydık…”(el-Mülk 67/10), “Allah âyetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır” (el-Bakara 2/242) şeklinde aklın önemine vurgu yapılmaktadır. Akıl kelimesi kullanıldığı gibi akıl anlamına gelen kelimelerde bulunmaktadır. Bunlar, “kalb, fuâd, elbâb, hıcr, hılm, nühâ ve hıcâ” kelimeleridir. Bu kelimelerin anlamlarını akıl-bilgi ilişkisini açıklarken “taakkul, tefekkür, tedebbür, tezekkür, tefakkuh, tebassur ve nazar” anlamlarında kullanıldığı söylemek abes olmasa gerek.
Akıl anlamında kullanılan kelimelerden olan “elbâb” kelimesinin tekili “lüb” kelimesidir. Lüb, bir şeyin özü, bir meyvenin çekirdeği demektir. Bu kelimenin tekil veya tesniye (ikili) gelmemesi ve cemi (çoğul) kullanılması insanın özünün, yani aklının tek bir yerde olmadığını, özlerinin (üç veya daha fazla) olduğu sonucunu çıkartır. Bu özler, tefekkür ettiğimiz kalpte (özün birincisi), taakkul ettiğimiz beyinde (zihinsel süreç ve bilişsel süreç, özün ikincisi) ve insanın tüm vücudun istemsiz olarak çalışan sistemlerinin (özün üçüncüsünü ve daha fazlası) özleridir.
Ayette geçen “ülü’l-elbâb” beyniyle zihinsel, bilişsel ve ruhsal süreçleri takip edebilen (ikinci öz), kalbiyle (fuâd, sadr, ilk öz) duyu, duygu ve istençlerini harekete geçirip soyutlayabilen, kavrayabilen (fıkıh), tüm vücuduyla dış dünyayı kavrayarak insana verilmiş olan garîzi aklı kullanarak müktesep ve tecrübi akla dönüştürebilen (üç ve daha fazla olan öz), aklın işlevlerini (soyutlama, birleştirme ve hüküm verme) yapabilen akl-ı selim (sorumlu) kimsenin gücüdür. Yani kişi akledebildiği ölçüde muhatap olarak alınır. Yazar; “Kitâb, doğrudan akla hitap etmekte ve aklı olmayanı da teklîften muaf tutmaktadır. Kitâb’a göre âyetleri anlama görevi, doğrudan akla aittir ve onun muhâtabı da bu anlamda “akıllı” kimselerdir.” sözüyle Kitâb’ın sorumluluk yükleyeceği (ehliyetli) kişilerin hem dünyevi hem de uhrevi anlamda sorumluluğuna işaret eder.
Sipahi’nin dikkat çektiği bu hususlar üzerinden ele alırsak akleden kişilerin mükellef (sorumlu) olduğunu ve insan aklının yaratıcıyı anlama ve kavrama noktasında insanın kapasitesi dahilinde kavrayabileceği kadarını akıl vasıtasıyla bulabileceği sonucunu çıkarabiliriz. Daha öncede bahsettiğimiz gibi insanı belirli bir sistem üzerine yaratan yaratıcı yine aklı da belirli bir sistemle yaratığı sonucunu elde edebiliriz.