Hallenmek kelimesi, Türkçe’de zaman zaman mecazî anlamda, bir şeyin etkisine girmek, duygusal olarak yoğunlaşmak anlamında kullanılır. Günlük dilde ise genellikle bir duygunun etkisine girmek, hissî yoğunluk yaşamak anlamındadır [1]. Oysa bu kelime, tasavvufi düşünce içerisinde çok daha derin, çok daha incelikli bir mâna taşır ve bir hakikatin kapısını aralar. Hallenmek, sûfî yolculuğun kalbî safhalarından biri olan hal kavramına dayanır. Bu anlamda hal; sûfî literatürde, kulun kalbine Allah tarafından lütfedilen geçici, yoğun manevî tecellîleri ifade eder. Sözlükte durum, hâl, ruh hali anlamına gelen hal, tasavvufî ıstılahta ise Allah ile kul arasında cereyan eden, fanî ve lütfî nitelikte bir manevî yoğunlaşmadır. Hallenmek ise bu tecellîye maruz kalma hâlidir. Tasavvufun erken dönemlerinden itibaren hal kavramı, bir sûfînin seyr u sülûk sürecindeki en çarpıcı iç deneyimlerinden biri olarak tanımlanmıştır.
Genel anlamda hallenmek, sadece bir ruh hâli olarak değil, bir hakikatle temas biçimi olarak ele alınmıştır. Akademik perspektifin kavramsal netliği ile gündelik dilin sezgisel boyutu arasında bir köprü kurmak bir hayli zordur, sübjektiftir.
Tasavvufî düşüncede hal, kulun çabasıyla elde edemeyeceği, Allah tarafından kalbe indirilen geçici manevî tecelliler olarak kabul edilmiştir. Sühreverdî, “hal Allah’tan gelir, kul onda sadece seyir hâlindedir” derken, bu pasifliği değil; tam tersine tam bir hazır oluşun, manevî açıklığın önemine dikkat çeker. Ona göre hal, “kulun Allah’la olan bağının bir anda kuvvetlenip kalbi istilâ etmesidir [2].” Bu istilâ, kalpteki dünyevî meşguliyetleri kısa süreliğine bertaraf eder. Bu yüzden bir sûfî hallendiğinde artık “akıl terazisi”yle değil, kalp merceğiyle görür. Bu durumu İmam Gazâlî şöyle tasvir eder: “Bazı hâller vardır ki onları ancak yaşayan bilir; diliyle anlatmak imkânsızdır [3].”
Hallenen kişi, kendi nefsinin perdelerinden sıyrılmış, Zât’a açık hâle gelmiştir. Hal, İmam Kuşeyrî’ye göre “Allah Teâlâ tarafından kulun kalbine feyz yoluyla inen, kulun kesbi olmaksızın gerçekleşen ruhsal hâl”dir. Bu yönüyle hal, makamdan farklıdır. Makam, kulun çabasıyla kazanılır; hal ise doğrudan vehbî (bağış)dir [4]. Hal lütuftur. Hallenmek, bu bağlamda kulun içsel direncinin kırıldığı, nefsin susup kalbin “duyduğu” bir andır. Hucvîrî, hallenmenin dışavurumlarının zaman zaman vecd (cezbe), zaman zaman ise derin bir sükût şeklinde tecellî ettiğini belirtir [5]. Dıştan bakıldığında bir gözyaşı, bir titreme ya da dalgınlık gibi görünen bu hâl, aslında bâtında bir fırtınanın işaretidir.
Bir dervişin halle ilk teması, çoğu zaman murakabe, zikir veya seyr u sülûk sürecinde olur. Bu temas ani olabilir. Gözyaşıyla, vecd ile, ya da sessizlikte bir titreme ile kendini gösterebilir. Bu bir taşma hâlidir. Sözle tarif edilemeyen, ama gönülle hissedilen bir yoğunluk. İşte halk arasında “hallendi” denilen hâl, belki de bir insanın kendi ruhunun derinliğine düşmesi, orada Yüce olanın akislerini sezmesidir. Hallenmek bu yönüyle bir tasavvur değil tecellidir. O yüzden bir dervişin hallenmesiyle bir şairin duygulanması aynı şey değildir. Birinde içe doğan ilham, diğerinde içi delen hakikatin ateşi vardır.
Hallenmek halk dilinde çoğu zaman bir tür duygusal dalgalanma olarak algılansa da sûfî geleneğinde bu, mistik bir temas anlamı taşır. İbnü’l-Arabî, bu hâli “nüfûz eden lütuf” olarak tanımlar ve “hallenen kişi, o an için benliğini değil, tecellîyi taşır,” der [6]. Günlük dilde biri için “bir şeyle hallenmiş” denildiğinde genellikle bir şeye derin duygusal bağ kurduğu, onunla meşgul olduğu kastedilir. Ama sûfî için hallenmek; bir şeye bağlanmak değil, her şeyin bağını çözmekle başlar. Bu ne bir coşkunun ne de bir hüznün içinde boğulmaktır. Hallenmek, nefsin perdesi yırtıldığında kalbe düşen bir nurla sersemlemektir.
Tasavvufta hal”, sistemli bir seyrin menzili; günlük dilde ise insanın “tutulduğu” bir ruh hâlidir. Ama her ikisinde de ortak olan, benliğin gevşemesi ve başka bir âlemin kokusunun duyulmasıdır. Hallenmek, kelimelerin sustuğu, kalbin bildiği bir dilin açılmasıdır (aşkla karıştırılmamalıdır). Hallenmek, insanın kendi varlık sınırlarında çözülmeye başladığı ayrıca insanın kendi sınırlarını aşıp ilâhî olanla bir temas kurduğu bir andır. Bu hâl geçicidir, çünkü sürekli olsaydı kulun yükünü taşıyamayacağı bir tecellîye dönüşürdü. Hallenmek, kalbin içe doğru çözüldüğü, dilin sustuğu, ilhamın değil doğrudan varlığın nüfuz ettiği andır. Bu sebeple sûfîler, hallenmeyi sadece bir hâl değil, aynı zamanda bir çağrıdır diye görürler: Allah’tan gelen bir hatırlatma, bir ruhsal temizlik, bir öz yıkamasıdır. Bu hâl daim değildir, çünkü halin en karakteristik özelliği gelip geçici olmasıdır. Ama insan bir kez hallendiyse, bir daha o hâli unutmadan yaşamaya devam eder. Belki de hakikat yolculuğu, işte bu geçici hallenme anlarını bir ömre yayma çabasıdır.
Hallenmek, belli bir amaca yönelik olarak ruhun manevi olgunluğunu işaret ettiği gibi insan-ı kâmile, mürşid-i kâmil’e doğru atılan bir adımdır. Hallenmek, psikolojik duygu durumunu değiştirip yeni bir duruma girmek, insanın iyiye doğru iyileştiğinin göstergesidir. Psikolojik arınmanın belki de diğer bir adı olmalıdır. Bakış zaviyesi hali ve hallenmeyi netleştirecektir. Tasavvuftaki hâl makamlarına göre düşündüğümüzde ise karşımıza yedi makam çıkar (emmâre, levvâme, mülhime, mutmâinne, raziyye, marziyye ve kâmile). Aslında tüm bunlar fıtrat, cibilliyet ve karakterin duygu durumlarını cismani sahadan çıkarıp uhrevi ideolojiye taşıyan, saf insan haline getiren değişim, dönüşüm ve konaklama evreleri olmaktadır. Hal geçici bir şeyse kalpte devam etmemektedir. Hallenmenin hulûlle yakın ilişkisi kurulmuştur. Ama bu cismani bir hulûl değildir: Saf insan. Yani kalbe hulûl eden veya saf zikrin kalbe girmesini sağlayan ve yok olmayan şeydir.
Nesnesiz olarak hallenme bir oluşu, bir durumu ifade eder. Kişinin, manevi durumuyla yakından ilgili kritik değişimleri deyimleyebilir. Ancak kelimelerin oynak yapısı ve duyanın basiret ve firasetsizliğiyle birlikte ya da sizin basiret ve firaset sahibi zannettiğiniz kişi, açıklamış olsanız bile, sizin maksudunuzu (mizan fıkhî) cinayetle bitirebilir. Çünkü argoda hallenme, bir şeye karşı istek anlamında halinizi kesebilir. Nesnesiz duruma şatahat ve cezbe halinde kendinde geçmek, bayılmak gibi durumları da anlayabiliriz. Bir insanın hallenmesi veya küllenmesi kendi imkânlarıyla iyi kötü geçinip gitmesi, kendi yağıyla kavrulması anlamında da kullanılmıştır. Hallenme; yeşillenilen, kaşınılan, itici, içsel dürtü durumlarını da ifade edebilir. Ancak kastedilenler, özellikle tasavvufta kesinlikle bunlar değildir.
Kaynakça
- TDK
- Sühreverdî, Avârifü’l-Ma‘ârif
- Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn
- Kuşeyrî, er-Risâle
- Hucvîrî, Keşfü’l-Mahcûb
- İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye
1 yorum
Bir şey değişir, her şey değişir.
Bir şeyi bilmek, her şeyi anlamaktır.
13 yıl Kur’an’ı incelemiş olan bir yazar olarak beyan ve ilan ediyorum ki, yeryüzünde 1400 yıldan beri bilinmeyen veya yanlış bilinen birçok İlâhi bilgiler, olgular ve olaylar vardır;
Allah’ın/Kur’an’ın gelmiş, geçmiş ve gelecek en önemli, en değerli, en rasyonel, en dinamik ve en evrensel mesajı şudur: Allah’ın 1400 yıldan beri Kâinat üzerinde gözlem dışında hiçbir müdahalesi yoktur ve Kıyamete kadar da olmayacaktır. Kaynak: Maide 3. ayet.
Bu şu demektir: Kâinat 1400 yıldan beri materyal prensiplerle otonom olarak işlemektedir.
Selametler…
Not: ‘Allah Felsefesi’ adlı kitabın yazarıyım.